ANKARA (AA) – Anadolu Ajansı (AA) tarafından düzenlenen "Dijitalleşme Sürecinde Basında Telif Haklarının Korunması Sempozyumu" kapsamında, "Dijitalleşmenin Getirdiği Telif Sorunları" başlıklı oturum gerçekleştirildi.
AA Genel Müdürlüğü'nde düzenlenen sempozyum kapsamındaki ikinci oturumu yöneten Yargıtay 11. Hukuk Dairesi Üyesi Adem Asan, telif hakları konusunda davalardan sonuç alabilme konusunda ceza yargısı yerine hukuk yargısı kanalına gitmenin daha tercih edilebilir bir yöntem olduğunu söyledi.
Yaşanan teknolojik devrimle "fiziki medyadan sanal medyaya" bir dönüşüm olduğunu ve haberin şekliyle kaynağının değiştiğini vurgulayan Asan, konuya ilişkin hukuki düzenlemelerin de bu dönüşüme uyum sağlaması gerektiğinin altını çizdi.
İstanbul Sabahattin Zaim Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dekanı Prof. Dr. Mustafa Ateş, oturumda yaptığı "Dijitalleşme ve Telif Korumasına Getirilen Sınırlamalar" başlıklı sunumunda, toplumsal fayda gözetilerek fikri mülkiyete, fiziki mülkiyete getirilen sınırlamalardan daha geniş bir sınırlama getirildiğine işaret etti.
İnternetin etkisiyle dijitalleşmenin fikir ve sanat hukuku alanında da ciddi değişikliklere yol açtığına belirten Ateş, dijital teknolojiler sayesinde ayrıca eser meydana getirme ve çoğaltma imkanı da bulunduğunu anlattı.
Ateş, kreatif sektörlerin geleneksel paydaşlarının yanına içerik, erişim ve yer sağlayıcı gibi yeni paydaşların eklendiğini aktararak, dijital teknolojiler sayesinde ürün ve hizmetlerin, dünyanın bir yerinden bir yerine ulaştırılmasının hızlı bir şekilde mümkün hale geldiğini dile getirdi.
Eserlerin depo edilmesi noktasında da önemli gelişmeler yaşandığına değinen Ateş, "Dolayısıyla dijitalleşme, telif hukuku alanında ve telif hukukuyla bağlantılı olan basın ve ekonominin diğer alanlarında da ciddi değişimlere yol açtı. Yeni iş alanları ve iş modelleri ortaya çıktı ekonomik alanda da ciddi bir sektör oluştu." dedi.
– "Eser sahibinin hakları ölümünden itibaren 70 yıl korunuyor"
Ateş, bu konuda ulusal ve uluslararası düzeyde mevzuatlardan örnekler vererek, Türkiye'de de eser sahiplerine getirilen sınırlamalardan bahsetti.
Bu alanda "sınırlama" ve "istisna" kavramlarının kullanıldığını dile getiren Ateş, "Yasaklama ile ilgili üçüncü kişilere tanınan haklar sınırlama, izin alma mecburiyetinde olmamak da istisna diye ifade ediliyor. Neticesi itibarıyla iki kavram da aynı kapıya çıkıyor. Buraya maddi mülkiyet gibi sıkı koruma getirilmiş olsaydı, bilimin, sanatın gelişmesi mümkün olmazdı, dolayısıyla buna ihtiyaç var. Bilimin, teknolojinin gelişmesi, yaygınlaşması açısından sınırlama zorunluluk arz ediyor." diye konuştu.
Ateş, İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi'nde eser sahibi olan kişilerin dışındaki insanların da toplumun kültürel yaşamına serbestçe katılma, güzel sanatlardan yararlanma, bilimsel gelişmeye katılma hakkı olduğunun belirtildiğini anımsatarak, aynı şekilde Türkiye Cumhuriyeti Anayasası'na göre de eser sahiplerinin, eserlerinin kullanılmasına tahammül göstermesi gerektiğini kaydetti.
Bu sınırlamaların "Fikir ve Sanat Eserleri Kanunu" ile getirildiğini söyleyen Ateş, şu bilgileri paylaştı:
"Süre yönünden sınırlama, eserler üzerindeki haklar eser sahibinin ölümünden itibaren 70 yıl korunmaktadır, daha sonra eser üzerindeki hakların kullanımı herkes için serbest hale gelir. Bunun için hiç kimse izin almak zorunda değildir. Kamu düzeni mülahazasına dayanan sınırlamalar ise daha çok hukuki uyuşmazlıkta bir meselenin çözümü için ispat amacıyla ya da bir suçlunun yakalanması amacıyla suçluya ait fotoğrafını basabilir, çoğaltabilir. Bundan dolayı eser sahibinden izin almak zorunda kalmaz. Görme ve zihinsel engellilerin eğitimi amacıyla eserlerin ses formatına veya Braille alfabesine dönüştürülmesi için eser sahibinin herhangi bir iznine gerek yoktur. Umum mahallerde teşhir edilen heykeller ve diğer güzel sanat eserlerinin fotoğraflarının çekilmesi, paylaşılması serbesttir. Mimari eserlerde bu serbestlik dış muhtevaya münhasırdır."
– "Düzenleme yapılması kaçınılmaz bir noktada"
İstanbul Medeniyet Üniversitesi Hukuk Fakültesi Öğretim Üyesi Doç. Dr. Cahit Suluk ise "AB Hukukunda Gazetelere Tanınan Bağlantılı Haklar ve Türkiye'de Atılması Gereken Adımlar" başlıklı sunumunda, telif hakları kanunuyla eserlerin korunduğunu ancak "bağlantılı haklar" denilen yatırımcı hakları ve diğer koruma konularının da bulunduğunu söyledi.
Basın yayınları ya da haber konusunda ise 2013'e kadar, haberlerin telif dışında tutulduğunu anlatan Suluk, Avrupa Birliği'nin 2016'da yaptığı bir araştırmaya işaret etti.
Suluk, bu araştırmaya göre, reklam gelirlerindeki azalışın gazete baskılarındaki azalışın çok üzerinde olduğuna dikkati çekerek, "Bugün bu kayıp daha da artmıştır, çünkü haber dijitalleşti. Paranın yüzde 90'ı şu anda dijital platformlara gidiyor, yüzde 10'u gazetelerde kalıyor. Bu artık kabul edilebilir sınırları aştı. Çok dramatik ve yıkıcı kayıplar söz konusu medyada." değerlendirmesini yaptı.
Reklam gelirinin büyük bir kısmının dijital platformlara kaydığına, bir süre sonra gazetelerin aldığı payın yüzde 1-2'lere düşebileceğini kaydeden Suluk, "Haber içeriğini üreten medya ama içerikten gelir elde edenler başkaları, problem buradaki dengesizlik." dedi.
Suluk, bu alandaki bazı mevzuat çalışmalarına değinerek, Avustralya'da rekabet hukuku tabanlı bir düzenleme yapıldığını, Kanada ve İngiltere'nin de Avustralya tipi bir koruma öngördüğünü, Avrupa Birliği'nin ise telif tabanlı bir düzenleme getirdiğini belirtti.
Avrupalı bazı akademisyenlerin "haber alma özgürlüğünü kısıtladığı" gerekçesiyle düzenlemeye karşı çıktığını aktaran Suluk, bu düzenlemelerin, gazetelerin finansal ve organizasyonel yatırımlarının karşılığını alabilmesi ve böylelikle çok sesliliğin sağlanması amacıyla yapıldığını vurguladı.
Suluk, Türkiye'nin de bu konuda bir politika belirlemesi gerektiğini ifade ederek, şunları kaydetti:
"Türkiye'nin önünde temel iki seçenek var. Bunlardan biri, AB müktesebatını takip ediyoruz, bu manada bir telif yasasında düzeltme ile işi düzeltelim. Alanda bir meslek birliği kurulur ve hak takibi yapılır, taraflar masaya oturur ve bu kiriz çözülür. İkinci alternatif, rekabet hukuku yaklaşımıyla yapılabilir. Bunlar hukukçuların kafa yorması gereken konular. Bu iki yaklaşımdan biriyle konunun ele alınması gerekiyor. Bu meselenin Türkiye'de düzenlenmesi kaçınılmaz bir noktaya geldi."
Katılımcıların sorularını yanıtlayan Suluk, konuya ilişkin hukuki altyapının telif hukuku tabanlı olması gerektiğini belirterek, Türkiye'nin AB muktesebatını takip ettiğini, Rekabet Hukuku yaklaşımının Anglosakson bir yaklaşım olduğunu ifade etti. Bu alanın da göz ardı edilmemesi gerektiğinin altını çizen Suluk, rekabet hukukçularının bu süreç yönetilirken katkı sağlaması gerektiğini sözlerine ekledi.