Prof. Dr. Tarık Oğuzlu, 15-16 Kasım'da Endonezya'da gerçekleştirilen G20 Zirvesi'ne dair bir değerlendirmeyi AA Analiz için kaleme aldı.
***
15-16 Kasım'da "birlikte toparlanma, daha güçlü toparlanma" mottosuyla Endonezya'nın Bali adasında gerçekleştirilen G20 Zirvesi, dünyanın en gelişmiş 19 ülke ekonomisiyle Avrupa Birliği (AB) liderlerini bir araya getirdi. Zirvede ele alınan konular kadar katılımcılar arasında gerçekleştirilen görüşmeler de dikkati çekti. Rusya'nın Ukrayna'yı işgali sonrasında dünya genelinde yaşanmakta olan enerji ve gıda kriziyle enflasyonist baskıların yol açtığı hayat pahalılığı sorununun bir an önce çözülmesi en önemli gündem maddesiydi. Yine bu savaş neticesinde uluslararası siyasette tırmanan kutuplaşmanın ve büyük güçler arası rekabet ilişkilerinin yumuşatılması, katılımcı ülkelerin öncelikleri arasındaydı. Kovid-19 salgını, küresel iklim değişikliği ve Rusya-Ukrayna Savaşı'nın yol açtığı tahribattan kurtulmak, dünyamızın daha yaşanabilir bir yer olması adına çok ama çok önemli.
– ABD-Çin ilişkilerinin Zirveye yansıması
Uluslararası siyaset çerçevesinde dikkatleri çeken gelişmelerin başında, Zirvenin başlamasından bir gün önce Amerika Birleşik Devletleri (ABD) ve Çin liderlerinin ikili düzeyde gerçekleştirdikleri görüşme bulunuyor. İki ülke liderinin çok uzun bir aradan sonra yüz yüze gerçekleştirdikleri bu ilk buluşmanın Çin ve ABD arasındaki gerginlik ortamının yatıştırılmasına ne derece katkı yapacağı şimdiden öngörülemese de tarafların ilişkinin gidişatından memnun olmadıkları ortada. Üçüncü kez Çin Komünist Partisi Genel Sekreteri seçildikten sonra Şi Cinping’in, ülkesiyle ABD arasındaki gerginliği azaltmak için daha kararlı olduğu görülüyor. Çin'de ekonomik büyümenin yavaşlaması, ideolojik ve siyasi kaygıların ekonomik rasyonalitenin önüne geçmesi ve eş zamanlı olarak Çin'in yükselişinden ve dış politika çizgisinden kaygı duyan ülkelerin bir araya gelerek oluşturdukları bloklaşmalar Çinli liderleri rahatsız etmişe benziyor.
Bunun yanında, Amerikan iç politikasında yaşanmakta olan kutuplaşmalar ve mevcut Joe Biden yönetiminin Rusya ve Çin karşısında izlediği politikalar, dünyanın genelinde Amerika'nın ideolojik, askeri, siyasi ve ekonomik temelde "ikinci bir soğuk savaş" peşinde olduğu yönündeki algıyı güçlendirdi. Her iki ülkenin yaşadığı siyasi ve ekonomik sorunları başarılı bir şekilde çözebilmeleri ve dünyanın geri kalanının gözündeki algılarını olumlu yönde değiştirebilmeleri için aralarındaki gerginliği azaltmaya ve sürdürülebilir iş birliği mekanizmaları oluşturmaya ihtiyacı var. Biden-Şi Cinping görüşmesinin bu yönde bir iklimin ortaya çıkmasına katkı yapıp yapamayacağını hep birlikte göreceğiz.
– Ortak niyet küresel gerginliklerin azalması
Ev sahibi ülke Endonezya'nın Devlet Başkanı Joko Widodo’nun Zirve açılış konuşmasında dile getirdiği gibi aralarında G20 üyelerinin de yer aldığı birçok ülke ABD'yle Çin ve Rusya arasında ikinci bir soğuk savaş durumundan son derece rahatsız. İdeolojik, ekonomik ve askeri kutuplaşmalar karşısında kendilerini sıkışmış ve stres altında hisseden birçok ülke, ellerinden geldiğince bu ortamın bir an önce sona ermesine çalışıyor. G20 Zirvesi'ne bu açıdan da pekala bakılabilir. Endonezya Devlet Başkanı’nın da vurguladığı gibi, birçok ülke küresel ağır toplar arasında kalmak ve taraf tutmak istemiyor. G20 üyesi ülkelerden Meksika, Endonezya, Güney Kore, Türkiye ve Avustralya liderlerinin Zirve sırasında bir araya gelip görüşmeleri dikkat çekiciydi. MIKTA gibi orta ölçekli güç kapasitesine sahip ülkeleri bir araya getiren mini-çok taraflı iş birliği mekanizmaları küresel gerginlik ve istikrarsızlığın azaltılmasına katkı yapabilir.
Bu seneki G20 Zirvesi'ni önemli kılan faktörler arasında şüphesiz ki Rusya'nın Ukrayna'yı işgali de var. Kendisi de bir G20 üyesi olan Rusya'nın uluslararası hukuka aykırı bir şekilde kaba güç kullanımı üzerinden bağımsız ve egemen bir devletin iç işlerine doğrudan müdahil olması ve bunun dünyanın genelinde ortaya çıkardığı ekonomik ve siyasi sıkıntılar G20 üyesi ülkeler arasındaki ilişkileri de derinden etkiliyor. Biliyoruz ki G20'nin aynı zamanda NATO ve AB üyesi olan Batılı üyeleriyle diğer üyeleri arasında Rusya'ya karşı izlenmesi gereken politikaların muhtevası konusunda tam bir görüş birliği yok. Çin, Hindistan, Brezilya, Meksika, Güney Afrika Cumhuriyeti, Suudi Arabistan ve Türkiye gibi G20 üyesi ülkeler Rusya üzerine konmuş olan ekonomik ve siyasi yaptırımların daha dikkatlice kurgulanması, soruna öncelikli olarak diplomatik bir çözüm bulunması ve olası bir çözümün Rusya'nın hassasiyetlerini de mutlaka dikkate alması gerektiğini düşünürken, G20'nin Batılı üyeleri krizin sona erdirilmesinde Rusya'nın mutlak bir şekilde cezalandırılmasını tek seçenek olarak görüyorlar.
Söz konusu görüş ayrılıkları Zirvenin sonuç bildirisinin kabulüne yönelik müzakereleri etkilese de Zirve sonucunda kabul edilen metin, bir uzlaşının bulunduğunu gösteriyor. Neticede Rusya'nın davranışları nedeniyle ciddi bir şekilde kınandığı ama G20 üyesi ülkeler arasında soruna bakış noktasında farklı yaklaşımlar olduğunun kayıt altına alındığı bir bildiri ortaya çıktı. G20 siyasi, güvenlik ve jeopolitik sorunlara çözüm arayan bir platform olmaktan çok ekonomi temelinde ortaya çıkmış bir yapı olsa da sonuç bildirisinin de altını çizdiği üzere siyasi sorunlar ve güvenlik sorunları ekonominin gidişatını yakından etkiliyor. Dolayısıyla dünyanın en zengin ülkelerini bir araya getiren bir platformun dünyanın yakıcı problemlerine çözüm bulunması için mesai harcaması son derece normal. Rusya-Ukrayna Savaşı'nın sona ermesinde ve bu savaşın ortaya çıkardığı enerji ve gıda krizinin aşılmasında Türkiye'nin oynadığı rol de sonuç bildirisinde olumlu şekilde anıldı.
G20 gibi çok taraflı kurumsal yapılar, üyesi olan ülkelere aralarındaki sorunların çözülmesi ve ikili ilişkilerinin iyileştirilmesi bağlamında ciddi fırsatlar sunuyor. Bu çerçevede Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'ın muhatapları ile gerçekleştirdiği ikili görüşmeler, Türkiye'nin ulusal çıkarları ve uluslararası siyasetinin daha iyi anlaşılmasında önem arz ediyor. Türkiye'nin başta ABD olmak üzere, Fransa, İtalya, Meksika ve Suudi Arabistan gibi G20 üyesi ülkelerle en üst düzeyde görüşmeler gerçekleştirmesi ikili ilişkilerin iyileştirilmesinde ve küresel barış ve istikrar ortamına katkı yapılmasında kesinlikle çok kıymetli.
– Adil yaklaşımın gerekliliği
Dünyadaki ekonomik zenginliğin yaklaşık yüzde 80'ini, ticaretin yüzde 70'ini ve nüfusun yüzde 60'ını oluşturan ülkeleri bir araya getiren G20 platformu küresel yönetişimin daha adil, daha temsili ve daha etkili olması yönünde atılmış önemli bir adım. Ama yine de çoğunluğunu fakir ülkelerin oluşturduğu Küresel Güney'in, küresel yönetişim mekanizmalarına daha fazla entegre edilmesi gerekiyor.
Unutmamak gerekir ki şu anda dünyanın yaşamakta olduğu salgın, iklim değişikliği, ekonomik ve jeopolitik krizler, aralarında G20 üyelerinin de olduğu ve "Küresel Kuzey" diye tarif edilen zengin ve sanayileşmiş ülkelerin politikalarının sonucunda ortaya çıkıyor. Dolayısıyla bu tarz sorunların ortaya çıkmasında daha fazla sorumluluğa sahip olanlar ellerini daha çok taşın altına koymalılar ve bu sorunlardan en fazla etkilenen Küresel Güney’e daha çok destek olmalılar. Küresel Güney’in "araçsallaştırıldığı ve nesneleştirildiği" hiçbir platform, G20 de olsa, sürdürülebilir barış ve istikrara tek başına hizmet edemez.
[Prof. Dr. Tarık Oğuzlu, İstanbul Aydın Üniversitesi Öğretim Üyesi]
*Makalelerdeki fikirler yazarına aittir ve Anadolu Ajansının editöryal politikasını yansıtmayabilir.