Dr. Onur Uraz, Şili'deki Anayasa Referandumu sürecini ve Türkiye'deki yeni Anayasa çalışmalarını AA için kaleme aldı.
***
Soğuk savaş sırasında yükselen iç gerilim ve çatışma, Doğu ve Batı bloklarınca desteklenen siyasi hareketler ve şiddet, kitlenen sistem, çöken ekonomi ve bunun üzerine gerçekleşen askeri darbe ile takip eden mezalim. 1980’lerin başında askeri yönetimin hamiliğinde uzmanlar heyetine hazırlattırılan anti-demokratik bir anayasa. Yıllardır devam eden anayasa tadilatları ve yeni anayasa tartışmaları.
Kulağımıza fazlasıyla tanıdık gelen bu senaryonun tezahür ettiği bir diğer ülke de Şili'ydi. Takvimler 1973'ü gösterdiğinde sosyalist devlet başkanı Salvador Allende ve muhalefetin çoğunlukta olduğu kongre arasındaki gerilim ile sistem kitlenmesi, yüzde 600'leri bulan enflasyon ve ideolojik gerilim ile birleşince toplumsal huzursuzluk doruğa ulaştı.
Tüm bu ahval içinde ABD tarafından desteklenen General Augusto Pinochet liderliğindeki cunta, darbe ile yönetime el koyarken, Şili için 1990'lara kadar sürecek askeri diktatörlük dönemi başladı. 1980 yılında plebisit ile kabul edilen Anayasa ile Pinochet 8 yıl için başkan olarak seçildi ve ancak halkın 1988 yılında Pinochet’in görevini yenileyecek oylamada ret vermesine müteakip 1989 yılında yapılan anayasa reformlarıyla demokrasiye geçildi.
Bugün her ne kadar reformlar sayesinde Şili Anayasası ilk halinden çok daha farklı ise de özellikle 2010’lu yıllarla beraber yeni bir anayasa ihtiyacına dair söylem politikada artan şekilde yer edindi.
– 2010'larda artan anayasa talebi
2014 başkanlık seçimlerinde seçimin galibi olacak olan Michelle Bachelet’in kampanyasının temel taşlarından biri yeni anayasa sözüydü. Bachelet, yeni anayasa hazırlamak için yerel, federal ve ulusal düzeyde, 200 bine yakın kişinin katıldığı toplantılar düzenleyerek raporlar tanzim ettirdi, daha sonra bu raporları inceleyen uzman heyetleri temel anlaşma noktalarını ortaya koydu ve son kertede kapalı kapılar ardında bir taslak hazırlattırdı. Ancak ne muhalefet ne de diğer siyasi aktörler sürece dahil edildi. Tüm bu girişim Bachelet’in 2018 başkanlık seçimlerinden günler önce tamamlayıp meclise sunduğu yeni anayasa teklifinin muhafazakar adayın seçimi kazanması ve oluşan yeni dinamik sonucu rafa kalkmasıyla sonuçlandı.
Öte taraftan Bachelet’in teklifi başarısız olduysa da Şili’nin yeni anayasa talebi rafa kalkmadı. 2019'da Cumhurbaşkanı Sebastian Pinera yönetimindeki ülkede, artan ulaşım ücretlerine ve su krizine karşı Santiago’da başlayan ve daha sonra genel eşitsizliğe dair bir tepkinin patlaması olarak ülke sathına yayılan sokak protestoları ve çatışmalar sonucu tartışmalar yeniden alevlendi. Bunun üzerine anayasa değişikliği istenip istenmediğine dair soru referanduma taşınmaya karar verildi. Şilili seçmenlerin yüzde 78'inden fazlası Ekim 2020'de anayasa değişikliği lehine oy verdiler.
Peki toplumda yeni anayasa yönünde genel bir talebin olduğu böylesine aşikarken, nasıl oldu da geçtiğimiz hafta oylamaya sunulan yeni anayasa taslağı, halk tarafından yüzde 60’ın üzerinde bir oy oranıyla reddedildi?
– Anayasa değişikliği talebinin temelinde "hak" var
Aslına bakılırsa Şili toplumunun neden yeni bir anayasaya ihtiyaç duyduğunu açıklayacak tek bir gerekçe tespit etmek kolay değil. Her ne kadar mevcut anayasanın çok fazla veto mekanizmasını haiz olması, öngördüğü hantal yasama süreci, serbest piyasaya angajman için hazırlandığından sosyal haklara yeterince ağırlık vermemesi ve su kaynaklarını özel mülkiyete tabi kılması gibi hususlar ileri sürülse de, bunlar pek tabi yeni reformlarla çözülebilecek nitelikte. Bu gibi meselelerden ziyade toplumsal talebin arkasında yatan en başat sebeplerin ilki hakların korunmasının güçlendirilmesidir. İkinci sebep ise otoriter kökeni olan bir anayasadan kurtularak ulaşılacak sembolik anayasal kimlik değişimine duyulan ihtiyacın karşılanması şeklinde ifade edilebilir.
Ancak Şili’de önerilen -birçok uluslararası gözlemci tarafından haklı olarak en ilerici anayasa metinlerinden olarak nitelendirilen- taslak bu isteklerin çok ötesinde bir içeriği haizdi. 2020'deki referanduma giden süreçte, sokak hareketlerini de bir bakıma sahiplenen sol kanadın rolü ziyadesiyle büyüktü. Dahası, sol koalisyon anayasa yapım sürecinde de asli rolü oynamaktaydı. Kurucu meclisin çoğunluğu sol-liberal ve sosyalist figürlerden oluşmuştu. 2022 yılı başındaki başkanlık seçimlerini de bu koalisyonun liderlerinden Gabriel Boric kazanmıştı. Ancak taslak anayasa metni birçok bakımdan toplumun üzerinde anlaştığı meselelerin ötesine geçerek sol koalisyonun endişelerini ve politik doğrucu yaklaşımlarını ihtiva etmekteydi. 388 maddelik etraflı anayasa taslağının gerek muhtevası gerekse hazırlanışı sürecinde diğer grupların endişeleri yeterince göz önüne alınmamıştı.
– Yeni taslağın içeriği
Taslağın içeriğine dair meselelerden en temeli, önceki anayasanın aksine Şili’nin çok uluslu bir devlet olarak tanımlanmasıydı. Yine bu doğrultuda senatonun yerine yerel meclislerin kurulması ve bu meclislerin bölgelerini ilgilendiren meselelerde geniş yetkilere sahip olması öngörülmüştü. Ülkenin yaklaşık yüzde 15’ini oluşturan yerel halklara tanınan diğer haklar sorun olarak belirdi. Şili’nin kimi bölgelerinde yerel halklar ile merkezi güçler arasında çatışmalar devam ederken taslağın içerdiği ve merkezi hükümeti zayıflatacağı düşünülen bu maddeler gerek Şili sağında gerekse merkez solunda endişe yarattı. Sokak röportajlarında neden "hayır" oyu verdiği sorulan seçmenlerden birçoğu "üniter yapıdan feragati" en önemli sebep olarak gösterdi.
Anayasa taslağındaki bir diğer önemli tartışma konusu sosyal devlete dair hükümlerdi. Taslak, devlete vatandaşlarına karşı başta sosyal güvenlik sisteminde olmak üzere ziyadesiyle büyük bir sorumluluk yüklemekteydi. Ancak sağ cenah bu gibi bir anayasal değişikliğin ülkeyi aşırı sola götüreceğini, ekonomik olarak düşüşte olunan bu dönemde devletin aşırı büyümesine ve bütçeye büyük yük binmesine yol açacağını ve politik tercih olarak öne sürülmesi gereken meselelerin anayasal olarak hüküm altına almaya çalışıldığını söyleyerek eleştirdi. Yine maden haklarına dair düzenlemeler, su kaynaklarının ve alanlarının devletleştirilmesi, cinsiyet eşitliği için tüm kamu kurumlarına konulması öngörülen en az yüzde 50 kadın kotası gibi konular, her ne kadar iyi amaçlara hizmet için eklendiyseler de toplumda ve siyasette bölünmeye yol açtı.
Kanımızca bu süreçteki en büyük sorun anayasa kavramının ne olduğuna dair temel yanılgıydı. Ülkemizde de sahip olunan bu yanılgı anayasayı sihirli bir metin olarak tahayyül ediyor, teknik olarak iyi yazılmış ilerici bir anayasanın tüm dertleri çözebileceğini ve toplumu ileri taşıyacağını düşünüyor. Oysa anayasaların görevi toplumun asgari müştereklerini belirlemektir. Yani anayasalar bir devletin üzerinde anlaşılmış temel kurucu niteliklerinin neler olduğunu, devletin vatandaşla olan ilişkisini ve bu ilişkinin sınırlarını belirler. Öyle ki teknik olarak mükemmele yakın şekilde kaleme alınmış ilerici bir anayasa onu anlamayan ve içselleştirmeyen toplum ve yöneticilerin elinde hiçe dönüşebilecekken, çok daha sorunlu anayasalar doğru toplum ve liderlerin elinde refahı getirebilecektir.
Şili’de olan ise toplumun sadece belirli kesimlerinin endişelerini ve dünya görüşlerini içeren bir anayasal metnin referanduma sunulmasıydı. Gerek muhalefet kurumlarının ve endişelerinin süreçten dışlanması, gerekse metnin asgari müşterekte yaşama dair bir anlaşma metni olmaktan çıkıp, politik doğrucu bir sol liberal manifesto haline gelmesi referandum sonucunu belki de kaçınılmaz kıldı.
– Şili'den Türkiye'nin çıkaracağı dersler
Şili'deki bu süreçten Türkiye’de süregelen yeni anayasa tartışmaları için çıkarılacak önemli dersler olabilir. Öncelikle iyi bir anayasa oluşturmak için sürecin şeffaf yürümesi, tüm kesimlerin süreçlere dahil olması genel bir esas. Öte taraftan, hazırlanacak yeni anayasanın tüm toplumsal endişeleri göz önüne alması ve kapsayıcı olması da gerekir.
Son kertede siyasi iktidar ve muhalefetin anlaşması ile doğacak ve genel nüfusun büyük bölümünün üzerinde mutabık kalacağı, "asgari müşterekte ortak yaşam kuralları"nı belirleyecek bir metne ihtiyaç olduğu açık. Düşüncemizce bunun da yolu öncelikle siyasi dilin yumuşaması ve karşılıklı taviz vermeyi kabul etmekten geçiyor. Tabi bu noktada etnik düzeyde faaliyet gösteren silahlı ayrılıkçı terör örgütlerinin sona erdirilmesi veya en azından siyaset ile bağının kopartılmasının hem Şili hem de Türkiye için bir ön koşul olduğu açık.
[Dr. Onur Uraz, Hacettepe Hukuk Fakültesi öğretim görevlisidir]
*Makalelerdeki fikirler yazarına aittir ve Anadolu Ajansının editöryal politikasını yansıtmayabilir.