Fatih’te bulunan Şeyh Süleyman Mescidi’nde 2014 – 2016 yılları arasında restorasyon çalışması yapılmıştı. Evsizlerin konakladığı ve çöp yığınlarının bulunduğu mezar yapısı uzun yıllar boyunca metruk kalmıştı. Çalışmalar çerçevesinde yapının dikkat çekici tarihi gün yüzüne çıkmıştı. Hristiyanlığın resmi kabulünden önce bir devlet yöneticisine ait olduğu düşünülen yaklaşık bin 700 yıllık pagan mezarlığı, İstanbul’un fethinden sonra Şeyh Süleyman Efendi tarafından önce tekkeye ardından da mescide çevrildi. Mescidin haziresinde yer alan isimsiz mezarın da Şeyh Süleyman Efendi’ye ait olduğu düşünülüyor. Tarihi yapının en altında bir su kuyusu bulunuyor. Mescidin bodrumunda 8 bölümlü pagan mezar yapısı yer alıyor. Mezarın üstünde mescidin olması çatısında da amforaların bulunması burayı dikkat çekici bir hale getiriyor. İlginç tarihi ve mimarisiyle herkeste merak uyandıran Şeyh Süleyman Mescidi havadan görüntülendi.
“İlk yapıldığında bir mezar yapısı olarak inşa ediliyor”
Tarihi yapıyı anlatan Arkeolog Murat Sav, “İlk yapıldığı süreçteki ismini bilmiyoruz lakin yapıldığı dönemle ilgili olarak tabii ki bilgi sahibiyiz. İnşaat teknolojisi, kullanılan malzemeler, planı bu tür yapıların 4. yüzyıl ile 5. yüzyıl arasındaki dilime ait olduğunu gösteriyor. Yapı ilk yapıldığında bir mezar yapısı olarak inşa ediliyor. Bu tür yapıların bir özelliği var. Sıradan insanlar için düşünülebilecek, inşa edilebilecek bir yapı değil. Muhtemelen dönemin İstanbul’unda yaşayan önemli devlet adamlarından bir tanesi tarafından yapılmış olabilir. Bu mezarlar arkasolyum olarak terminolojide geçer yani bunlar çok nişli mezarlardır. Şeyh Süleyman Mescidi’nin altındaki bu mezar yapısının girişi doğudandır. Mescidin ana yapısı doğu, batı, kuzey ve güney aksamındadır. Buradaki çok nişli yapılarda, nişlerin içerisine definler yapılıyor. Mezar yapısının Hristiyanlık inancına uygun olarak yapıldığına dair herhangi bir işaret üzerinde bulunmuyor. Bu yapıların inşa edildiği süreçte henüz Hristiyanlık resmi olarak ya kabul edilmemiş veyahut kabul edilmiş olsa bile daha henüz Hristiyanlığa geçiş tamamlanmamış. 4. ve 5. yüzyıllar özellikle bu iki inanç arasında ciddi yarışların ve çatışmaların yaşandığı bir süreçtir. Her ne kadar dönemin pagan yazarlarının yazdıkları pek çok şey günümüze ulaşamasa da bazı kesimin anlatmış olduğu küçük küçük bilgilerden bunu çıkarmamız mümkündür. Hatta İstanbul’da büyük isyanların olduğunu da biliyoruz. 20. yüzyılda bu civarda yapılan hafriyatlarda ve inşaat çalışmalarında bu alanların mezarlık alanı olduğuna dair pek çok ipucu keşfedildi. Büyük bir ihtimalle buradaki gömüler Bizans döneminde kaldırıldı. Belki de Hristiyanlıkla birlikte yerine yeni gömüler yapıldı. Fakat burada ilginç bir şey var üst taraftaki mescit olan yapımızın alt tarafındaki mezarlığın altında ana kaya oyularak yapılmış üst tarafı da tonoz şeklinde tuğlalarla örülerek hazırlanmış küçük bir mekan var. Bu mekanın içi de suyla doluyor. Bu mekanın tam olarak yapılmasının işlevini, ne amaca hizmet ettiğinin net bir göstergesi yok. Su çok eski çağlardan beri kutsal özellikle de kaynak olarak çıkan yerler. Buradaki su da devamlı var, susuz bir dönemi yok. Su mekanıyla beraber üst tarafta 8 nişli mezar yapısı onun üzerinde de kare düzene sahip günümüzdeki mescit yapısı bulunuyor. Mescit yapısının üst tarafındaki kare yapısı da sekizgene geçiş yapıyor” dedi.
“Bazı yapıların çok örneği vardır ama bu yapının İstanbul’da bir örneği yok”
Osmanlı döneminde yapının mescide dönüştürülmesi hakkında bilgi veren Arkeolog Murat Sav, “Osmanlı dönemine geldiğimizde yani 1453 yılından sonra 1490’lı yıllarda elimizdeki kaynaklar burasının tekkeye çevrildiğini gösteriyor. Adından da anlaşıldığı üzere Şeyh Süleyman Efendi tarafından dönüştürülüyor. Batı tarafında küçük bir haziresi mevcut. Haziredeki isimsiz bir mezar taşından dolayı acaba Şeyh Süleyman Efendi’ye mi ait sorusunu gündeme getirdi fakat bu konuda çok net bir bilgimiz yok. 1700’lü yıllarda bu alanda çok sık yangınlar yaşanıyor. Mescit yapısı bu yangınlarda zarar görüyor ve onarılıyor. Onarıldıktan sonra minber koyularak camiye dönüştürülüyor ve artık cuma namazı kılınmaya başlanıyor. Ancak işin ilginç tarafı mescide herhangi bir minare yapılma gereği hissedilmiyor. Osmanlı döneminden beri minaresiz kullanıldığı için restorasyon sırasında da gündeme gelmedi. Bu mescit her dönem açıktı kullanılan bir mescitti. Biraz atıl vaziyetteydi çünkü içinde uzun yıllardır evsiz insanların yaşamasından dolayı bu hale geldi. Kimse ilgilenmemiş. 1950’li yıllarda dönemin Vakıflar Genel Müdürlüğü tarafından çatıda yapılan çalışmalarda da 360 derece çatı eteğini dolaşan amforalar keşfediliyor hatta onlara dokunulmadan üzeri kapatılarak tekrar olduğu gibi bırakılıyor. 2013 yılında Vakıflar Genel Müdürlüğü’nün yaptığı restorasyonda tekrar keşfedildi ve olduğu gibi bırakıldılar. Mescit yapısının altındaki mezar yapısı ise son restorasyon çalışmasında kazıldı. Günümüze ulaşmış hali neyse o şekilde bırakıldı. İstanbul mimarlık tarihine bakacak olursak bu yapı ünik yapılardan bir tanesi çünkü bazı yapıların çok örneği vardır ama bu yapının İstanbul’da bir örneği yok” ifadelerini kullandı.